Nitelikli Eleman Açığı mı Niteliksiz Yönetici Fazlası mı?
Sosyal mekanlarda gezinirken “Yazılım Sektörünün En Önemli Sorunu Nitelikli Eleman Açığı” başlıklı bir yazı gördüm. Aslında sık sık gördüğümüz, ezberlenmiş türden başlıklardan birisi. Nedense bu sefer farklı geldi bana ve bu yazıyı yazmaktan kendimi alıkoyamadım. Bu tür açıklamalarda sık sık BT sektöründeki sivil toplum kuruluşları öne çıkıyor. Bu haberde de Yazılım Sanayicileri Derneği‘nin (Yasad) adı geçiyordu. Bu haberi Yasad’ın sayfasında da görmek mümkün.
Bu ülkedeki yazılım sektöründeki patronların ve yöneticilerin bir araya gelip dernekler oluşturmaları ve sektörü geliştirme amaçlı faaliyetlerde bulunmaları, devleti bu konuda yönlendirmeleri güzel bir şey. Her devlet gibi bizim devletimizin de bu tür danışmanlıklara ihtiyacı var. Ama ya bu yönlendirmeyi yapanların kendilerinin yönlendirme ihtiyaçları varsa? Ya bu tür kuruluşlar, “sektörün yetişmiş nitelikli elemana ihtiyacı var” derken gerçek ihtiyacın nerede olduğunu ciddi bir şekilde atlayıp, yazılımda daha iyi durumda olan yabancıların sektör gazete ve dergilerinde gördükleri haberlerde ifade edilen problemlerinin aynısının bizde de olduğu vehmine kapılıyorlarsa? İşin açıkçası bunları yazarken “yazlılım sanayicisi”nin ne anlama geldiğine ve “eleman” kelimesine takılmamaya çalışıyorum, çünkü bu yazıyı kara mizah yapmak istemiyorum.
Yazılımın içinden birisi olarak ülkemizin en ciddi sorununun nitelikli eleman eksiği olduğuna katılmıyorum. Bu tür haberlerde, konuşmalarda geçen “eleman” kelimesiyle kastedilenin (“eleman” nitelendirmesiyle her ne kadar kelle sayısı hesabı yapan dolayısıyla da itici bir anlayışı yansıtsa da), üniversitelerden sektörümüze sunulan mezunlar olduğu açıktır. Denilen, üniversitelerden yeterince mezun gelmediği ve gelenlerin de ihtiyacı karşılamadığı iddiasıdır. Evet bu bir problem, üniversitelerden hem sayı hem de kalite olarak yeterli mezun çıkmıyor. Ama kendimizi kandırmayalım, problemin büyüğü bu değil, yani bence durum bundan daha vahim. Bakın “eleman açığı”ndan şikayet şu anlama geliyor: “Ülkemizdeki yazılım sektörünün başka problemleri olsa da en büyüğü eleman açığıdır. Yani sektör var olan elemanları düzgün bir şekilde değerlendiriyor, imkanlar elverdiğince iyi işler çıkarıyor ve daha çok yeni elemana ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla en büyük engelimiz eleman açığı, eleman sayımız yetse, siz görün bizi.” Tırnak içinde yazdığım bu düşünceyi ifade eden yine Yasad’ın sayfasındaki şu habere bakılabilir. Haberde sektörün eleman açığının giderilmesiyle uçuşa geçeceğimiz ifade ediliyor.
Bence yine kendimize kendimizin propagandasını yapıyoruz. Çok açık bir şey var, ülkemizdeki yazılım sektörü dişe dokunur bir şey geliştirmekten malesef uzak. Geliştirdiklerimiz kalite olarak son derece düşük, o yüzden dünya yazılım piyasasına sunulabilecek cinsten değil. Çünkü hala kahramanca savaşan yazılımcılara bağlı olarak iş yapıyoruz, süreç tabanlı yazılım geliştirmeden çok uzağız. Daha program ile yazılım arasındaki farkı kavrayabilmiş değiliz. Nasıl futbol oynuyorsak öyle yazılım geliştiriyoruz; ikisinin de en temel dinamiği kaos.
Yazılım sektörünün esas sorununun “eleman açığı” olduğunu söyleyerek, kayıp yüzüğünü, kaybettiği samanlıkta aramayıp, kapının önünde arayan ve neden böyle yaptığı sorulduğunda da “samanlık karanlık ama” diyen Nasrettin hocamızın tiye aldıklarından oluyoruz. Bence bu ülkenin yazılım sektöründeki en temel problem nitelikli eleman açığı değil, niteliksiz yönetici fazlasıdır! Var olan iş gücü potansiyelimizi bile değerlendirmekten uzağız, kaotik bir şekilde iş yapıyoruz, başarımız çoğunlukla şansa bağlı, enerjimizi ve zekamızı yanlış yerlere harcıyoruz. Ve bence bu durumun en başlıca sebebi, yazılım “elemanları” değil, yazılım yöneticileridir, karar vericileridir.
Kifayetsiz yazılım yöneticilerine sahip olmamızın bence iki sebebi vardır. İlki yazılım yöneticilerimizin bizatihi kendileri ile bir şekilde yazılım geliştirme süreçlerini yöneten ya da yön verenler (örneğin daha üst düzey “C” seviyesindeki yöneticiler), daha yazılımın ne olduğundan, tabiatından, süreçlerinden, rollerinden ve yetkinliklerinden vs. habersizler. Bu konuda en temel ayrımları bile bilmediklerine ben defalarca şahit olmuşumdur. Çünkü bu yöneticiler muhtemelen kariyerlerinin başında teknik pozisyonlarda bulunmuşlardır ama daha işlerinde ustalaşmadan yönetici oluvermişlerdir ya da daha doğru ifadeyle yapılıverilmişlerdir. Dolayısıyla henüz öğrenmedikleri bir işi yönetmeye çalışıyorlardır. Yani, tabii olarak gördüklerini uyguluyorlar. Örneğin, projelerdeki en temel problem çözme yöntemleri, fazla mesaidir. Çünkü onlar da fazla mesai ile projeleri kurtarmaya çalıştılar.
Mesleğinde yeterince olgunlaşmadan yönetici olmanın bir başka handikapı da, kendilerini yönetici yapanlara karşı çıkamama şeklinde kendini göstermektedir. Zaten kafasında henüz bir sistem oluşturacak, süreci baştan sona kavrayacak şekilde olgunlaşmamış durumda olduklarından, teknik kaliteyi öne çıkarmaları, iş yapış şekilleriyle ilgili bir yenilik yapmaları ve nihayetinde var olan düzeni değiştirmeleri, üstlerinin kararlarına karşı çıkabilmeleri mümkün değildir. Bundan dolayı bizim sektörümüzde orta düzey yönetici olmak, tokmağı başkasının elinde olan davulu sırtında taşımaktır.
Bu ülkenin, daha mesleğini öğrenmeden o mesleği yönetmeye çalışan yöneticileri var. Bu ülkenin daha 30’una gelmediği halde, hızını almış giderken, teknik olarak ilerlerken, yaptığından zevk alırken, programcılıktan tam işin mimari ve mühendislik kısımlarına atlamaya hazırlanan ya da ekran analistliğinden çıkıp sistem analistliğine doğru ilerleyen civa gibi gençlerini bulunduğu ortamdan aniden koparıp, “sen yöneticisin artık” diyen ve muhteşem mühendis adaylarını berbat yöneticilere dönüştüren bir kültürü var. O kadar çok arkadaşım var ki bu durumda olan. Hepsi çok iyi eğitim almışlar, mesleklerinin ilk 5-6-7, bilemediniz 10 yılında bu eğitimin üzerinde deli gibi bilgi ve tecrübe inşa etmişler. Bu arkadaşlarım ya da tanıdıklarım, tam mesleklerinde çıraklığı atıp, olgunluk çağlarına gelmişler, bundan dolayı da belki daha stratejik konulara ele atacaklar, iş yapış şekillerini düzeltecekler, kaliteyi arttırmaya odaklanacaklar ya da meşreplerine ve ilgilerine göre değişik konularda uzmanlaşacaklar, belki kimileri kitap yazacak, belki çok odaklı, niche, bir konuda bir gelişme sağlayacaklar ve hem ülke hem de insanlık adına bir katkıda bulunacaklar. Ama sektörün böyle insanlar yetiştirmek gibi bir derdi yok ki! Hemen tüm bu şekilde gelişmeye çalışan arkadaşlarımın önü, daha yüksek maaşla yönetici yapılarak kesilmekte. Daha geçen gün bu şekildeki bir arkadaşım “ben bu ülke için bir kayıpım” dedi bana. Çünkü iyi bir mühendisken, sırf maddi ve sosyal şartlardan dolayı yönetici oluvermişti.
Kifayetsiz yöneticilere sahip olmamızın ikinci sebebi ise, bu yöneticilerin bu makama gelirken hatta geldikten sonra herhangi bir yöneticilik formasyonundan geçmemiş olmalarıdır. Genelde işini iyi yapan, iyi eğitim almış, zeki ve başarılı yazılımcılar, programcı olsun, analist olsun, 3-5 sene içinde bir şekilde yöneticiliğe tabii olarak geçerler. İyi mühendis, iyi programcı, iyi sistemci, iyi bir yönetici olmak için gerek sebep olabilir ama yeter sebep değildir. Yüksek empati yeteneğine sahip olmadan iyi bir sistemci olabilirsiniz, iyi bir organizatör olmadan iyi bir programcı olabilirsiniz, iyi bir arabulucu olmadan iyi bir tasarımcı olabilirsiniz ama bunlar olmadan iyi bir yönetici olamazsınız. Bu durumun benim sıklıkla gözlemlediğim, en açık göstergesi ise yazılım yöneticilerimizin ezici bir kısmının, senelerdir yöneticilik yapığı halde hala doğru detay seviyesinde bulunmayı beceremeleridir. Ya hala çok teknik davranırlar ve bu yüzden altında çalışan teknik insanlara güvenip iş teslim edemezler, bu yüzden de detayda boğulurlar, ya da işin sadece tarihleri ve maliyetiyle ilgilenirler ve üst yönetimin kararlarını altlarına uygulatmak dışında bir insiyatifleri yoktur. Her iki halde de başarılı olamazlar.
Yöneticilik, öğrenilebilir. Ama bir eğitim ve öğrenim sürecinden geçmeden bir şekilde yönetici olanlar ki buna ben de dahilim ve ne olduğunu çok iyi biliyorum, ancak hasbel kader yöneticilik yapabilirler. Yani sektörümüzdeki yöneticiler genel olarak, ne yazılımı ne de yönetimi bilmeyen insanlardır. Yöneticilik algısı ve yeteneği olanlar, uzun vadede başarılı yönetici olabilirler, örneğin hangi detayda kalacaklarını öğrenirler, teknik insanlarla nasıl konusacaklarını belirlemiş olurlar belki ama bu sırada kaç çalışan ve proje telef olur, bilinmez.
Bu ülkenin yazılım sektörünün tek sıkıntısı hakikatten üniversiteden sektöre akan mezunların sayısı olsaydı, örneğin onlara karşı da bu sektör “deneyimin yok ama” sendromunu yaşatmazdı ve bu ülkede çok daha farklı şeyler olurdu.
Ben de yöneticilik yaptım, sıkıntılarını iyi biliyorum. Bu ülkede orta düzey yazılım yöneticisi olmak çoğu zaman yukarıda da söylediğim gibi, tokmağı başkalarının elinde olan davulu taşımaktır. Sektörümüzde yönetici olmak çoğu zaman tetikçiliktir, üstte verilen kararların aşağıya uygulatılmasından sorumlu olmaktır, örneğin bitiş tarihini üstlerinin belirlediği projeyi, alttakilerin ensesinde boza pişirme pahasına bitirmektir. Dolayısıyla bence sektörümüzün sıkıntıları ne teknolojiktir, ne kişi sayısıyla ilgilidir ne de doğrudan maddidir; yoğun olarak kültüreldir. Teknik kaliteye önem vermeyen ve her şeyi insan manipulasyonu ile yapmaya çalışan zihniyetimizi değiştirmedikçe her ilçeye bir üniversite kursak bile, yazılım gibi yüksek soyutlama gerektiren disiplinlerde durum değişmeyecektir.
Toplam görüntülenme sayısı: 4150
selcuk gural
17 Ocak 2015 @ 19:32
Altına imzami aktarım hocam.
Akin
17 Ocak 2015 @ 22:27
Teşekkür ederim Selçuk bey 🙂
mehmet
18 Ocak 2015 @ 02:09
Yazinizda cok onemli bir noktaya deginmissiniz, genelde ulkemizde isinde yukselmeyi yonetici olmak olarak goren bir zihniyet var tabi bunda maddi kosullarin da etkisi yadsinamaz.
Ayrica mesela Tr de arge/destek projelerinde takim/proje yoneticileri ust yonetimin verdigi tarihleri yetistirmek veya demo cikarabilmek icin yazilimda ne mimari kaliteyi ne de teknik yeterliligi dusunur. Sonra bir bakar ki rakip yabanci firmalar neler neler yapmis bizde neden yok diye sil bastan tekrar tasarimlar ozellikler tartisilir. Zamaninda pratik cozumler bulup hizli urun cikardigini dusunurken aslinda yetersiz ve rakipleriyle rekabet edemeyecek birseyler yaptigini cok sonra farkeder.
Sonra da bu yoneticiler boyle buyuk kongre salonlarinda degisik yazilim calistayi/kongresi/sempozyumu tarzi etkinliklerde “efendim bizim temel sorunumuz kalifiye adam eksikligidir, universiteler ogrenci yetistiremiyor ” gibi laflar ederler.
Yaşar Safkan
18 Ocak 2015 @ 11:20
Akın Bey,
Futbol benzetmesi yaparsak, topu orta sahadan doksana takmışsınız bu sefer.
Selçuk Güral gibi, altına ben de imza atarım. Diğer yazılarınızda olduğu gibi, okurken “yalnız değilmişim demek ki” hissini yaşadım.
Ek olarak şunları söyleyebilirim:
Dediğiniz gibi, yöneticilik ayrı bir iştir aslında. Herhangi bir işi iyi yapmak, onun yöneticisi olmak için yeter şart değildir. Yazılım işinde şöyle bir fark var: Yazılımcılar, özellikle iyi yazılımcılar, insanlarla değil, makinalarla iyi anlaştıkları için yazılımcı oluyorlar. Dolayısıyla, bir eleme, eğitim prosedüründen geçmeden, “senesi gelen” yazılımcıyı yönetici yapınca, niteliksiz yazılım yöneticisi olmayı garantiye almış oluyoruz.
İkinci olarak, konuyla ilgili okuma alışkanlığı da yok. Üstüne üstlük, pek çok yazılım yöneticisi pozisyonunda olan insanın, yabancı dil (özellikle İngilizce) bilgisi yetersiz olduğundan, yabancı kaynaklara anlamlı bir erişimleri de yok. Mesela, bu işin “kutsal kitap”ları sayılabilecek şu kitaplar var:
The Mythical Man-Month (http://www.amazon.com/Mythical-Man-Month-Software-Engineering-Anniversary/dp/0201835959/ref=sr_1_1?s=books&ie=UTF8&qid=1421572694&sr=1-1&keywords=the+mythical+man-month)
Peopleware (http://www.amazon.com/Peopleware-Productive-Projects-Teams-3rd/dp/0321934113/ref=sr_1_1?s=books&ie=UTF8&qid=1421572654&sr=1-1&keywords=peopleware)
Waltzing With Bears (http://www.amazon.com/Waltzing-With-Bears-Managing-Software/dp/0932633609)
Daha konuştuğum hiç bir yazılım yöneticisinden, bu kitapları okuyana rastlamadım…
kazım yılmaz
18 Ocak 2015 @ 13:59
ben tekstil mühendisiyim. sizin sektör gerçeklerine uzağım . fakat genel manada yazdıklarınıza katılıyorum. birebir olmasa da benzer sorunlar bizim sektörde de mevcut : bilmediğin işi yönet1… nekadar garip değil mi?..
Akin
18 Ocak 2015 @ 14:01
Teşekkür ederim yorumunuz için, tamamen hemfikiriz.
Akin
18 Ocak 2015 @ 14:02
Sanırım bu durum bizim topluumuzun genel bir özelliği. Bu anlamda daha modernleşebilmiş değiliz.
Teşekkür ederim.
Akin
18 Ocak 2015 @ 14:13
Aslında daha çoook doksana takılacak pas var Yasar bey 🙂
“Yazılımcılar, özellikle iyi yazılımcılar, insanlarla değil, makinalarla iyi anlaştıkları için yazılımcı oluyorlar.” Bu soylediginiz seyden dolayı, yazılımcılar hala okudla odev yapar gibi, ayrık iş yapmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla yanındakiyle anlasma problemi yasayan kisinin, en onemli yetkinliği “iletişim” olan bir pozisyonda bulunması traji-komik tabi olarak.
Bu bahsettiğiniz üç kitap da en temelde yaptıgımız için tabiatı, en temel özellikleri, bu işte beraber çalıştığımız kisilerin kafa yapıları, düsünce dunyaları vb. uzerine. Dolayısıyla “… kullan, kod yazmadan proje çıkar” seklinde hikmetli şeyler barındırmıyorlar 🙂
Ben Mythical Man-Month’daki “No Silver Bullet”ı, bir kısmını çevirip buraya koydum. Bunun üzerine bir de seminer hazırladım ama malesef ne buradaki çeviriye ne de seminerine pek fazla talipli yok 🙁
Teşekkür ederim.
hakan
19 Ocak 2015 @ 11:39
Şimdi gerçek sorunları konuşmaya başladık sanıyorum..:) Öncelikle diğer arkadaşların belirttiği gibi yazdıklarınızın hepsine katılıyorum. Ama şunu da belirtmek isterim. Sorun çok vahim. İnsanları meslekten soğutan, işinden eden bir hal aldığını düşünüyorum. Doğru düzgün iş yapmaya çalışan programcılar, analistler var hala, onlar için çok zor olduğunu düşünüyorum..
Akin
19 Ocak 2015 @ 11:54
Hakan hocam teşekkür ederim. Teknik sorunlar cozulur ama bu sekilde problemler varken hicbir şeyi duzeltmek mumkun degil. Katılıyorum.
Bahsettiğiniz şekilde işini yapmaya calısan pek cok kişi iş degistiriyor, sıkıntı cekiyor ve bir sekilde ya bu duzene ayak uyduruyor ya da kacıyor.
Angelozi
19 Ocak 2015 @ 14:23
Yazınıza tamamen katılıyorum. Edindiğim tecrübeye göre kurumsallaşamayan bir çok firmada çalışan yazılımcılar (Startup, ajas vs) hiç bir zaman tecrübelerini kullanacakları yöneticilik pozisyonuna getirilmiyor. Bu tip firmalar türkiye de o kadar çok ki, sanki parası olan herkes aile şirketi gibi eş dost bulup firma açıyorlar. E tabi firma sahipleri çalışanı yönetici yapar mı eş dost dururken. Niteliksiz yöneticilerin bir kısmını bu tip şirketler barındırıyor.
Akin
19 Ocak 2015 @ 15:16
Tesekkür ederim yorumunuz için Hamide hanım. Bu tip yöneticiler ve bahsettiğiniz es-dost kulturu aslında kocaman binalrdaki “kurumsal” yerler için de gecerli bence.
hakan
20 Ocak 2015 @ 11:09
Akın beye katılıyorum, bu sorunlar hiç de aile şirketlerine özel değil. Kurumsal firmalarda bu durumlar hakim gözlemleyebildiğim kadarıyla. Bu konu en temelinde kültürümüzle ilgili, bilgiye, metoda verdiğimiz değerle ilgili diye düşünüyorum. Ancak vahim olan bu amatörlüğün artış göstermesi diye düşünüyorum. Benim çevremde gördüğüm kadarıyla 10-15 sene öncesine göre kötü durumdayız.
Akin
20 Ocak 2015 @ 11:22
Daha kotu durumda olmamızın sebebi, belki de buyuyen piyasaya, artan projelere, yukselen butcelere ragmen koklu ve kalıcı bir kultur degişimini tetiklememiş olmamız olabilir.
Teşekkürler.
hakan
20 Ocak 2015 @ 11:35
Ben ise kültür değişimi yaşadığımızı düşünüyorum fakat geriye doğru..:(
Akin
20 Ocak 2015 @ 11:50
Bu da dogru 🙂
kızgındeveloper
20 Ocak 2015 @ 14:50
denetim denetim denetim!!! çalışanlara ait kurumlar bu denetimi yapmalı ceza kesmeli gerekirse çalışmaları iptal edilmeli. Mühendisler odası bu denetimi yapabilir. Teknoparklar çok gelişigüzel şirketlere açılıyor hiç bir denetim yok işin gerektirdiği çalısan sayısı sistem metodoloji kim kimi takip ediyor pehhh. Elalem uzmanlasmayı teşvik eder ettikçe şirketleri büyür gelişir bizde tam tersi para gelsinde nasıl gelirse gelsin para para para
Akin
20 Ocak 2015 @ 16:06
Haklisinz sevgili kizgin developer 🙂
Sorunumuz nitelikli eleman açığı mı? | COŞKUN TAŞDEMİR
20 Ocak 2015 @ 21:00
[…] ben de birşeyler yazmayı düşünürken Akın Kaldıroğlu’nun blogunda yazdığı “Nitelikli eleman açığı mı niteliksiz yönetici fazlası mı?” adlı yazısına rast geldim. Tam da düşündüklerime paralel şeyler yazıyordu. Bütün […]
Mehmet
20 Ocak 2015 @ 21:21
Bir konu daha aklıma geldi. Devletimiz evet çok güzel teşvikler veriyor ama bunlar da denetlenmiyor kanımca. Ar-ge merkezi ünvanı alıp arge çalışanlarından yine vergi kesip haksız kazanç sağlayanlar, teşvik alırken onlarca eğitim gösterip bu eğitimleri çalışanlara aldırmayanlar ve elemanlarını Ar-Ge çalışanı olarak gösterilip aslında alakasız iş yaptıranlar da incelenmeli. Bu konu önemli çünkü devlet Ar-ge için kaynak ayırmış yani bu bütçeyle hem proje yap hem de çalışanları teknik olarak geliştir diyor. Ama bunu suistimal edenler projeleri batırmakla kalmıyor hem de en önemlisi o çalışanların teknik olarak gelişmesini engelleyip ülkenin uzun vadede gelişmesine ve ekonomisine de zarar veriyor.
Akin
20 Ocak 2015 @ 22:38
Coşkun ben de http://coskuntasdemir.net/genel/sorunumuz-nitelikli-eleman-acigi-mi.html adresinde bu konu üzerine yazmış.
Akin
20 Ocak 2015 @ 22:41
ARGE merkezi olması gereken yerlerde call-center kuruluyor 🙂
Teşekkür ederim.
Ali Rıza Arslan
21 Ocak 2015 @ 15:12
Derli toplu bir yazı olmuş, tebrikler…
Akin
21 Ocak 2015 @ 15:29
Tesekkurler 🙂
Cenk
22 Ocak 2015 @ 01:17
İnsanların büyük çoğunluğu maddi kazanç için çalışıyor. Bunu, pozisyon olarak yükselmeye endeksleyen demode anlayışı yazılım gibi yenilikçi bir alanda da uygulamaya kalkarsanız işte böyle durumlar kaçınılmaz olur. En verimli çağında teknik çalışanı yönetici yaparsınız ki o da evine üç beş kuruş fazla götürmek için hayır demez. Sonra da gün ve gün iş takipçiliği yapmaktan öteye hiçbir katkı sağlamaz, körelir. Nereden mi biliyorum, aynı süreci yaşıyorum. Geçenlerde okuduğum paypal kurucusu Peter Thiel’in kitabındaki bir ifadesini paylaşmak isterim : Eğer gerçek bir iş yapmıyorsanız derhal o işi değiştirin der. Bir mühendis için bütün gün email yazıp iş kovalamak gerçek bir iş değildir. Tabi öncelikle gerçek işler üretmeli, gerçek işlerin yapıldığı matris organizasyonlarda yer almalıyız. Fakat bunun için iki büyük engel, maddi kazanç telaşı ve kültürel bariyerler. Ne de olsa geçim derdi yaşayan, küçük bir çocukken el öpmeyle başlayan katı bir hiyerarşinin meyveleriyiz.
Akin
22 Ocak 2015 @ 14:22
Maddi kazancın teknik basarı yerine yönetmeyle artması ve pozisyon/title sevdamız sanırım bizim aşırı faydacı – pragmatik kültürümüzün en temel bileşenlerinden. Sektörümüz de kaçınılmaz olarak bu dinamikler üzerine kurgulanmış. Size katılıyorum.
Bu arada şimdi baktım, Peter Thiel bir Stanford mezunu, önce felsefe sonra da hukuk okumuş 🙂
Yorumunuz için teşekkür ederim.
malik
23 Nisan 2015 @ 12:37
Herkese merhaba,
benim çalıştığım yerde dedğiniz tüm bu özelliklere uygun kod yazmaya çalışan biri mevcut. Fakat yöneticisi ile sürekli problem yaşıyor. Yavas oldugu icin ve bu şahıs elinden geldiğince karşı koymaya çalışıyor ama merak ediyorum nereye kadar… en sonunda dedğiniz gibi ya pes edecek ya kaçacak ….
Akin
23 Nisan 2015 @ 13:46
Merak etmeyin, dediğiniz gibi uzun sürmez bu durum 🙁 Yöneticiler her zaman kazanırlar, çünkü çoğu cahildir, bu yzüden de daha fazla kendine güvenir. Ve tabi arkasında daha güçlü bir yönetici vardır her zaman.
malik
23 Nisan 2015 @ 16:44
‘çünkü arkasında güçlü bir yönetici vardır’ ne kadar da haklisiniz …
Akin
23 Nisan 2015 @ 19:56
🙁 Malesef.