Öğrenmek mi Öğrenmemek mi?
Ben mi hassasım yoksa bugünlerde bu gibi sorular sıklaştı mı? Yok belki de ben abartıyorum, yani insan bir şeyle arka arkaya karşılaşır da herşey sanki öyleymiş gibi algılama eğiliminde olur ya, bu da böyle bir şey. İnşallah gerçeği yansıtan bu son durumdur.
Benim bildiğim kendilerini geliştirmek isteyen insanlar daima kendine “neyi öğrenmeliyim” sorusunu sorarlar. “Eksiğim nedir?”, “şunu yapabilmem için neyi öğrenmeliyim?”, “benim örnek aldığım kişiler neleri biliyorlar?” gibi sorular, hedefleri olan, vizyona sahip olan insanların sordukları, kafalarının bir kenarında daima taze tuttukları sorulardandır. Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla ciddi bir kısım genç ise bu türden soruları tersinden soruyor. Yani “şunu yapabilmek için neyi öğrenmem gerekir?” yerine “şunu yapabilmek için bunu öğrenmeme gerek var mı?” şeklinde sorular soruyorlar. Bir kaç örnek vereyim:
- Programcı olmak için Bilgisayar Mühendisliği okumaya gerek var mı?
- Programcı olmak için üniversite okumaya gerek var mı?
- Programcı olmak için matematik bilmeye gerek var mı?
Buradaki problem, bir şeye erişmek, bir noktaya varmak için neyi bilmek ve öğrenmek gerektiğine odaklanmak yerine, neyi bilmek gerekmediğini sormak ve ona odaklanmaktır. Başarıyı, yetkinliği, daha iyi bir noktaya gelmeyi, pozitif olarak, bir şeyleri heybeye koyarak, dağarcığa kazandırarak ilerlemek cinsinden değil de negatif olarak, nelerin olmaması gerektiğinden hareketle izah etmeye çalışmak bence sağlıklı bir durum değil.
Düşünün, bir genç iyi bir doktor olmak istiyor, hatta iç hastalıkları uzmanı olmak istiyor ya da bir başka genç yazar olmak, hikaye ve roman yazmak istiyor. Bu gençler hangi tür soruları sorarak yollarını aydınlatmak, planlarını detaylandırmak isterler? Soracakları sorular çoğunlukla pozitif içerikli ve olumlu kipte sorular mıdır yoksa negatif içerikli ve olumsuz kipte sorular mıdır?
Ben üniversiteye başladığım ilk ayları hatırlıyorum da, ta 1985’te, İTÜ Elektronik’te, 4 sene boyunca öğretilecek derslerin hocalar tarafından yazılıp İTÜ tarafından basılan kitaplarının hepsini almıştım. Hatta hatırlıyorum toplu alımlarda ucuz oluyor diye, arkadaşları organize etmiştim ve elimde kim hangi kitabı istedi listesiyle günlerce dolaşmış, sonra da Taşkışla’ya bir arkadaşla gidip koli koli kitapları Maslak’a getirmiş ve dağıtmıştım. Tabi kısa süre sonra bu işi öğrenmek için İngilizce kitaplara başvurmam gerektiğini farketmiştim!
Aynı şeyleri ve heyecanı çocuklarımda da yaşadım, yaşıyorum. Oğlumla da kızımla da onların şu dönem şunu alırım, şunu şu döneme kaydırırım, bu dönem “study abroad” programı çerçevesinde zaten şuraya gitmeyi planlıyorum, orada şu dersleri almak çok daha iyi olur, cinsinden bitmek tükenmek bilmeyen konuşmaları keyif verici geldi bana her zaman. Öğrenmek budur çünkü, bitmek tükenmek bilmeyen bir uğraştır, uğraştan öte tutkudur. Hatta en varlıksal uğraşlardan birisidir. İster dindar olun ister ateist, hangi dine ya da felsefeye inanırsanız inanın, öğrenmek ve öğrenmeye devam etmek en temel uğraşımız olmalıdır. İnsanız çünkü. Benim inandığım ve örnek aldığım Kişi de “beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” demiş. Öğrenmek ve anlamak, bence pek çok insanı faaliyetten, inanmak gibi örneğin, daha üstündür, daha dönüştürücüdür.
Öğrenmek, duygusal olarak acı çekmek, varlık üzerine düşünmek, bir bebeğe sahip olup, onun dünyaya gelmesine ve büyümesine şahit olmak, düşkünlere yardım eli uzatmak, matematik ve müzik; bunlar kadar bu dünyada insanı dönüştüren başka şeyler var mıdır bilmiyorum. Abartmıyor muyum sizce? Hiç bir pratik uygulama alanı olmasa bile öğrenme her zaman insanı dönüştürür, ufkunu açar, daha iyi, olgun ve akıllı hale getirir. Herkesin farklı deneyimi vardır ama bu listedeki ilk üç maddeye sanırım kimse itiraz edemez.
Biz kimi, kimleri örnek alıyoruz ki? Programlama dünyasında söz sahibi olan, ismi akıllarda kalmış ve ciddi katkıda bulunmuş kişilerin eğitim geçmişlerinden haberimiz var mı? Burada pek çoğu doktora yapmış insanlardan bahsediyoruz. Bereket elimizde üniversiteden terk Bill Gates, Steve Jobs, Larry Ellison ve Mark Zuckenberg gibi örnekler var. Çok komik, Gates ve Zuckenberg’in okulu bıraktıklarında Harvard öğrencisi olduklarını unutuyoruz. Jobs’ın Apple’ı birlikte kurdukları arkadaşı Wozniak’ın doktoralı olduğunu bilmediğimiz gibi.
Sanırım bu konuda bir kaç şeyi karıştırmamız, bilgiye ve öğrenmeye bu şekilde bir davranış geliştirmemizde etkili oluyor. Bunlardan ilki, yetenek ya da dahilik ile çalışmayı ayırt edemememiz. Ben ABD’de kaldığım zamanlarda özel ders de verdim ve şunu gördüm: Gençlerin “kendilik” farkındalıkları bizim ülkemize göre bence daha yüksek. Garip ama gerçek bu. “Ben buyum, buraya gelemem ama çalışırsam buraya gelebilirim” diyen üniversite öğrencileriyle çok karşılaştım. Biz ise kendi durumumuzla ilgili sağlıklı bir algıya ya sahip değiliz ya da çok geç erişiyoruz. Herkes kısa yoldan, talih kuşunun kafasına konmasını ve zengin olmayı bekliyor. Örneklerimiz de Bill Gates, şimdilerde de Steve Jobs. Bu kişileri çoğunlukla, öğrenme maceraları, tutkuları, etraflarındaki kişiler vs. hakkında bilgi sahibi olmadan, “adam üniversite terk” cümlesiyle tanımlamamız bir tesadüf müdür?
Bir diğer konu da akademik başarıyla ticari başarıyı karıştırıyoruz sanki. Akademik başarı, ticari başarıdan çok daha fazla oranda kişiye bağlıdır. Ticari başarı, akademik başarıdan çok daha ağırlıklı olarak toplumsal etmenler tarafından etkilenir, ortaya çıkarılır ya da batırılır. Bu durum çok açık değil mi? Bu ülkede 20 yıl iş yapan kişilerin sahip olduğu ile benzer şeyleri örneğin ABD’de yapan insanların 20 yıl sonunda geldikleri yer arasında dağlar fark var. Akademik başarının da pek çok toplumsal faktörü var ama çerçevesi daha dar. En azından bir şeye odaklanıp, üzerine senelerce çalışıyorsanız akademik olarak iyi bir noktaya gelebilirsiniz, (bu arada akademik kelimesinden üniversitede akademisyenliği kastetmiyorum) ticari olarak müthiş bir duruma gelemeseniz bile konunuzun otoritesi olursunuz. Bence Gates ve Jobs gibi insanların hayatlarını okumak, ticari başarının temelleri hakkında çok iyi ipuçları vereceği gibi, Matematik’te ya da örneğin Psikoloji’de, her ne ise, öne çıkmış ve akademik başarıya sahip insanların hayatlarını okumak da akademik başarıyla ilgili ciddi ipuçları verecektir. Bu konuda buraya bakmanızı tavsiye ederim.
Gün geçmiyor ki TEOG ya da YGS gibi sınavlardaki başarısızlığımızla ilgili haberler görmeyeyim. Gün geçmiyor ki dünya ülkeleriyle eğitim sistemimizi kıyaslayan ve içler acısı bir durumda olduğumuzu ortaya koyan grafikler vs. okumayayım. Matematikte gençlerimizin çok geride olmalarıyla mühendislikte çok gerilerde olmamız arasında hiç mi bir bağlantı yok sizce? Matematik gibi temel bilimleri ıskalamamızla şu 70 küsür milyonluk ülkede doğru düzgün yazılmış bir Türkçe Java kitabının olmaması arasında bir ilişki olabilir mi acaba? İstanbul’un Anadolu yakası kadar bir nüfusa sahip topluluklardan oluşan İskandinav ülkelerinin özellikle ilk öğretime sıra dışı yaklaşımları ile bizim sektörümüzde, Bjarne Stroustrup gibi, pek çok İskandinav kökenli, adı duyulmuş mühendisin olması yine bir tesadüf müdür? Alın size bir haber daha 🙂
Bu eleştirdiğim yaklaşımda kişilerden ziyade toplumsal boyutla ilgileniyorum. Toplumsal olarak tesadüfi olana, mucizevi olana öyle inanıyoruz ki herkes her an bir mucize olmasını bekliyor sanki. Aslında toplumsal alanda mucize falan yok, sadece toplumların organize olmaları, toplumsal aklı oluşturmaları ve nihayetinde de başarıları var. Ben boyumu aşan yerlere girmeyi istemem ama bizim toplumumuzda aşırı oranda yaygın olan güvensizlik ve bencillik gibi faktörler sanırım bizi “acık toplum” yerine “kapalı toplum” yapıyor, kendimize güvenimizi zaten çok önceleri kaybettiğimiz için, tüm bunlar toplumsal davranışımlarımızı da derinden etkiliyor.
Öte taraftan teknolojiyi sadece tüketmekle ilgileniyoruz. Şu sosyal medyada Android-iOS tartışması kadar ne bileyim bir algoritma üzerine tartıştığımızı görmedim. Varsa yoksa, iPhone Samsung’dan neyi çaldı, şu özellik zaten şu sisteme bilmem ne zaman gelmişti de diğer sistem ancak sahip oluyor vs. cinsinden incir çekirdeğini doldurmayacak, “zenginin malı, züğürdün çenesini yorar”ı hatırlatan durumlar. Okullarda, öğrencilerin bitirme tezi diye yaptığı şeylerin büyük çoğunluğu, e-ticaret vb. cinsten, kendini tekrar eden basit web uygulamaları. Hiç görmedim, birisi de çıksın, JVM’in örneğin şu yapısını araştırsın da bu kadar temel bir yapı üzerine bilgi sahibi olarak mezun olsun. Bu cinsten tüketmek yerine yeni bir şey üretmeye odaklı çalışmalarımız o kadar az ki. (Tabi bu konuda eleştirinin büyüğünü hocalara yöneltmek gerekli bence.)
Bu anlattıklarım biraz iç dökmeden ibaret, bayağı bir duygusal bir kişisel paylaşım ve resmin tamamını göstermiyor elbet. İlk başlarda yazdığım gibi muhtemelen ben, bu konuları insani zaafiyetlerimin bir sonucu ve toplumsal makus tarihimizin verdiği eziklik ile takıntı haline getirdim. Çocuklarım hatta etrafımdaki yetişkinler bile iyi bilirler, “anlıyor musun” sorusunu çok sorarım 🙂 Bu konuda “odun değilim, anlıyorum elbet” gibisinden eleştiri bile almışlığım var 🙂 Ben yönetici olarak çalıştığım yıllarda çevreme böyle kişileri seçmeye çalıştım. Çok yoklar belki ama arayınca bulunuyorlar ve bu gibi kişilerle çalışmak da arkadaşlık yapmak da çok keyifli oluyor. Ama kötü olan şu ki böyle birlikte çalıştıklarımın ciddi bir kısmı şu anda yurt dışında!
Öğrenmeye karşı üşengeçlik göstermemek, öğrenmekten korkmamak lazım.
Toplam görüntülenme sayısı: 1300
Remzi
30 Mart 2015 @ 21:22
Hocam yazdıklarınızda haklısınız ama şunu unutmamak gerekiyor, ülkemizin eğitim sistemine baktığımızda bir yerlere gelebilmek için çoktan seçmeli ve süre kısıtlı sınavlardan başarılı olmak gerek yani “kısa yoldan cevaba ulaşmak”. Bu şekilde kodlanan insanlarda bug olması normal, debug yapmak biraz zor bence kodu yeniden yazmak gerek.
Buna ek olarak 1980 dönemini görmüş ve bir şeyleri okuduğu için çeşitli baskılara maruz kalmış anne ve babaların çocukları olan bizlerden ders/test kitabı harici bir şeyler okumamız istenmedi. Bu durum hala devam etmektedir. Hatırlatırım ders kitabı oku emri hala yürürlüktedir :)).
Eminim farkındasınızdır üniversitelerimizin kütüphanelerinde kitap yok. İstanbul çoğu ülkeden büyük bir şehir ama bu şehirde içinde bir milyon kitap olan bir kütüphane ne yazık ki yok. İsveç gibi nüfusu 10 milyon bile olmayan bir ülkede 18 milyon kitaplık bir kütüphane var, kaldı ki ABD, İngiltere, Almanya vb. ülkeleri saymıyorum bile, Kısacası okumamız istenmiyor, okumak da bize ağır geliyor. Bu nedenle analitik düşünmek bir yana DÜŞÜNMEK zor geliyor. O yüzden onlar yapıyor biz seyrediyoruz. TV de survivor, güldür güldür, beni evlendir vb. birbirinden ufuk açıcı programlar varken kim kitap okuyacak Allah aşkına. Kitap okumayınca öğrenmeyi de öğrenemeyeceğimize göre siz daha çok ANLADIN MI? diye sorarsınız.
Uzun lafın kısası “AT SAHİBİNE GÖRE KİŞNER” demiş atalar.
Akin
30 Mart 2015 @ 22:12
Remzi hocam teşekkür ederim yorum için. Açıkçası böyle karmaşık soruların sizin de yazdığınzıdan anladığım gibi hızlı ve basit bir çözümü yok. Aslen ben sadece öğrenme konusundaki “negatif” durus ile “pozitif” duruşu yazmak ve vurgulamak istedim. At sahibini göre kişner, doğrudur, buradaki “sahip” kelimesini geniş baglamda ben “kultur” diye yorumluyorum.
Remzi
31 Mart 2015 @ 08:22
Sizin de dediğiniz gibi hocam ben “at” derken gençliği “sahip” derken içinde bulunduğu toplumu ve kültür yapısını kastettim.
Saygılarımla.
Akin
31 Mart 2015 @ 12:17
Anlaştık Remzi hocam 🙂
hakan
31 Mart 2015 @ 13:05
Yaraya parmak basmışsınız Akın Bey 🙂 Ben Türkiye’deki eğitim sorununu ciddi olarak ilk anlamaya başladığımda üniversitede idim. Bir arkadaşım özel okullara hazırlanan bir çocuğa matematik dersi anlatırken şöyle birşey yaşadığını anlatmıştı. “Çocuğa bir problem soruyorum müfredattaki gibi inanılmaz bir şekilde 4-5 saniyede cevap veriyor. Aynı konuda soruyu biraz değiştirip farklı bir formatta soruyorum, apışıp kalıyor, hiçbirşey söyleyemiyor”. Yani kısacası biz bilgiyi sadece ezber yaparak sınav anına kadar hatırda kalmak üzere geçici hafızaya koyuyoruz mevcut eğitim sisteminde. Sınav geçince %99’u gidiyor zaten. Ne, neden, niçin gibi sistemli düşüme, mantık işletme, derinlemesine kavrama, algılama türünde bir eğitim yok! Robot yetişiyor sanki, istenilen kadar bilen, başkaca birşeyi bilmeyen hele de kendi araştırmaları ile öğrenme yeteneği edinememiş insanlar. Sonuç bu!
Akin
31 Mart 2015 @ 23:03
Acı ama gerçek bu.
Tesekkurler Hakan bey.
hakan
01 Nisan 2015 @ 13:05
İçinizi karartmak istemem ancak şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Ben mesleğimi yapmaya çalışırken özellikle son yıllarda giderek daha fazla zorlanmaya başladım. Düşünmeyen insanlara ne istediklerini sorarak, anlamaya çalışarak tamamen matematik ve mantık biliminin ürünü ve muğlaklığa izin vermeyen, kesinlik içeren, algoritmalar geliştirmeye çalışmak, üstelik de ihtiyaçlar artarken, giderek zorlaşmaya başladı. Hele hele her türlü hata, aksama, yanlışlık sizin üzerinize kalırken !
Akin
01 Nisan 2015 @ 13:29
Doğru söze ne denir Hakan bey. Bu konuyu daha geniş bir şekilde ele almak lazım.
Teşekkür ederim.