Yuh! İşte de Uyunmaz ki!
“İşte uyunur mu canım?”, “Kendi evinde değilsin ki?”, “Uykunu almadıysan işte uyuklarsın tabi”… Bu ve benzer uyarılar, işinizdeyken ufak bir şekerleme yaptığınızda hemen duyacağınız cinstendir.
Ben aslen eskiden bu yana, özelikle öğle yemeğini yedikten sonra bir uyku ve uyuklama problemi yaşayan bir insanım. Önceleri yani lisede ve üniversitedeyken bilinçsizdim ve bu durumun herhangi metabolik bir problemle alakası olabileceğini düşünmemiştim. Bundan dolayı özellikle üniversitede öğleden sonraki ilk derslerde odaklanma sorunu çekerdim. Öğrenciliğimde kaldığım yerlerde, yurtlarda vs. yaptığımız arkadaş toplantılarında, konferanslarda vs. de hiç dayanamaz, özellikle akşam yemeklerinden sonra uyuklardım.
Bu konudaki ilk profesyonel vukuatımı, ABD’deki ilk işimde yaşadım. Beni işe alan George Willis, şirketin genel müdürü, bir öğle yemeği sonrası beni, başımı masada ellerimin üzerine koymuş bir şekilde şekerleme yaparken yakalamıştı. Tabi basmıştı kahkahayı 🙂 George, ABD’deki ilk işime başladığım günde ben masamın üstünü silmek için etrafa bakınırken, koşup, tuvaletten bana kağıt havlu getiren adamdı.
Bu olay tek vukuatım olarak kalmadı tabi ki. Sonrasında GE’de örneğin, kendi kubiğimde çalışırken de zaman zaman, envai çeşit insani sebepten dolayı, örneğin işten yorulmadan ya da öğle yemeğinde mesela makarna yemekten, yine öğleden sonraları hafif cinsten, 15-20 dakikalık şekerlemeler yaptığımı ve basıldığımı ! hatırlıyorum.
Türkiye’ye döndükten sonra bu durum daha da sıkıntılı bir hal almaya başladı, bu da tabi bir durumdu. Özellikle gerekli-gereksiz bir sürü insanın katılıp, saatler süren bir kakafoni ile incir çekirdeğini doldurmayacak cinsten kararlar aldıkları toplantılar hakikatten benim konsantrasyonumu düşürüyor, eğer öğle yemeğinden sonra oluyorsa bu cinsten toplantılar, hepten beni zorluyordu. Patronumdan bir seferinde uyarı bile almıştım. Ama beni esas üzen bu uyarı olmadı. Geçen sene uzunca bir süre danışmanlık verdiğim bir yerde, çalışmalarımı doğrudan kendisine sunduğum bir yazılım yöneticisi, yine özellikle öğle yemeklerinden sonra ara sıra şekerleme yaptığımı görmüş ve beni “profesyonel ortama yakışmayacak şekilde davranmakla” suçlayıp, uyarmıştı. Açıkçası bu uyarı, bu konuda aldıklarım arasında beni en fazla inciteni oldu. Benim kadar işine önem veren, konuşması, iş yapış şekli, çıkardığı iş vb. açılardan kaliteli, katma değerli olmaya çalışan (en azından ben böyle biliyorum kendimi 🙂 ) birisinin, hele hele benzer özelliklerle yetiştirmeye çalıştığı 3 çocuk babası olarak benim “profesyonel olmamakla suçlanmam” hakikatten acı verici. Tabi ben durumumu, 40 küsur yaşında olmanın verdiği özgüvenle açıkladım karşı tarafa. Hatta bu durumumu dedi-kodu vesilesi olmaması için bir kaç kere iş ortamında dile getirdim.
Ben 30’lu yaşların başından bu yana 2. tip şeker hastasıyım. Yani şeker hastalarının ezici çoğunluğunda olduğu gibi, hücrelerim, içindeki mitekondrilerin enerji üretmesi için gerekli olan şekeri kandan emmekte tembel davranıyorlar (insülin direnci denen şey), bu yüzden ilaç kullanıyorum (spor yapmak, yürümek gibi şeyler zaten çok zor!) ve glikemik indeksi düşük, örneğin bol lifli yiyecekler tüketmeye çalışıyorum. Bu durum aslen metabolik bir problem, ne bir yara ile ilgili ne de mikrobik bir hastalık. Çağımızın pek çok diğer hastalığı gibi de aslında sebepsiz, en azından biz henüz sebebini bilmiyoruz. Etrafımda, kilosu biraz fazla ve aşırı şeker ve karbonhidrat tüketen kişileri görünce, abiliğime sığınıp, hafiften kulaklarına su da kaçırıyorum. Çünkü bu gibi kişiler bence, benim bir zamanlar yaptığım gibi, şeker hastası olmak için bayağı çabalıyorlar!
Çağımızın bizi bedenen olmasa bile zihnen ve psikolojik olarak çok yorduğu açık. Eski insanlara göre belki işte daha az süre harcıyoruz ya da dışarıdan bakıldığında daha az iş yapıyor görünebiliriz ama işlerin zihnimizi yorma seviyesi ve stres, çok yükseklerde.
Aslında ben ve benim gibilerin yaptıkları, işte uyumak değil, uyuklamak bile denmez. Bastıran rehaveti atmak, motivasyon yenilenmesi yapmak, günün geri kalanı için enerji toplamak için bir özel davranış şekli, bu yüzden şekerleme diyorum buna. Ben işte niye uyurum? Kendimi rezil etmek için değil herhalde. Örneğin, eğitim verirken, öğle aralarında yemekten sonra bilerek ve isteyerek, koltuğuma kaykılıp, 15-20 dakika uyurum, çünkü eğitim vermek yorucu bir iştir, hem zihnen hem de fiziken yoruluyorum. Müşteride eğitim verirken, onların eğitim salonlarında bile yaparım bunu.
Geçenlerde Yaşar Safkan ile sohbet ederken bu uyuma mevzusu nasılsa gündeme geliverdi. Kendisi de öğleden sonraları ufak şekerlemeler yapmaya ihtiyaç duyduğunu ve bunun kendisine ciddi enerji verdiğinden bahsetti. Hatta kendine rahat kestirebileceği bir sandalye almış, işinde kullanıyormuş. Arkadaşımız Yaşar, Boğaziçi’nden çift ana dal ile mezun olup sonrasında MIT’den Ph.D. almış birisi. Zeka tarafını vurgulamıyorum, disiplin, vizyon, kendine güven gibi noktaları vurguluyorum bunu söyleyerek. Ama malesef kendisi de benim gibi durumlara düşmüş 🙂 Bana “Google’da çalışanların uyuması için özel yerler hazırlanır, burada ise dedi-kodusunu yaparlar” dedi bana.
Tüm bunların üzerine, Stanford öğrencilerine sağlıklı bir yaşam için faydalı yazılar ve ipuçları veren Student Health 101 isimli dergide, öğrencilerle yapılan röportajların birinde, bir öğrenci gün içinde kısa şekerlemeler yaptığını (kendisi buna micro-napping diyor) söyleyince artık bu yazıyı yazmanın zamanı gelmiş diye düşündüm.
Açıkçası, bu kadar insani bir durumu savunmak için hiç bir başka delile ihtiyacım yok. Aklıma gelmedi değil, bu yazıyı da tonla bilimsel makale, Google vb. büyük şirketlerin uygulamaları, ne bileyim Japonların işte uyuma gelenekleri vb. şeylerle doldurmak. Ama sonra dedim ki kendime, aslında toplumdaki pek çok kişinin ihtiyacı olan bir şeyin tabi olduğunu kabullenmek bu kadar mı zor? Bu kadar mı insan olarak kendimizi tanımaktan uzağız? İlla Obama da mı oval ofisinde şekerleme yaparken yakalanmalı yani?
Toplam görüntülenme sayısı: 1316