TEGEP’in ilk çalıştayı yapıldı.
İçinde olmaktan her geçen gün daha çok zevk aldığım TEGEP, yani Türkiye Eğitim ve Gelişim Platformu’nun ilk çalıştayı geçen hafta yapıldı. “Eğitim ve Gelişimin Geleceğini Birlikte Şekillendiriyoruz” konulu çalıştay, platformun ilk çalışması olmasına rağmen, ülkemizdeki kurumların insan kaynakları (İK) ile eğitim ve gelişim yöneticilerinin yoğun ilgisini çekti. TEGEP’in çekirdek yapısında olan arkadaşların ve kurumun ana destekçisi ve oluşumun başlatıcısı olan Türk Telekom’un davetleri ile çalıştaydan haberdar olan katılımcılar, benim gibi TEGEP kurucusu olan bir kişinin moderatörlük yaptığı, toplam 10 tane, 8-9 kişilik yuvarlak masalarda bir araya gelip, daha faydalı ve etkin bir eğitim yönetiminin nasıl olabileceğini, bu süreçte eğitim alan ve verenlere neler düştüğünü ve nihai olarak da TEGEP’in bu süreçte neler yapabileceğini tartıştı. Benim moderatorlüğünü yaptığım masada da, ülkemizin farklı sektöründeki büyük firmalardan, kurumlarının eğitim ve gelişim yönetiminde rol alan 7 bayan vardı.
Bu çalıştayın sonuçları, TEGEP tarafından yakında bir rapor olarak yayınlandı. Sonuçlar, aynı zamanda hemen gelecek hafta yapılacak, 1. Eğitim ve Gelişim Zirvesi’nde de ele alınacak ve tartışılacak. Ben ise bu yazıda, ciddi bir süredir içinde olduğum profesyonel BT eğitimimleri sektöründeki tecrübelerim açısından, bu çalıştayı değerlendirmek ve izlenimlerimi paylaşmak istiyorum:
- Öncelikle, benim masamdaki katılımcıları yakinen, masada yapılan tartışmalardan, diğer masalardaki katılımcıları ise sunum ve konuşmalarından şöyle gözlemledim: Katılımcılar yetkin ve işlerini biliyorlar. Bu durum beni açıkçası çok etkiledi. Çünkü, bu bir genelleme, kabul ediyorum ama, eğitim dünyası içinde bulunduğum süre içinde edindiğim izlenim, kurumların İK’larının yetkinlikleri konusunda içimde şüphe uyandırmaya yetmişti. Dolayısıyla bu çalıştay bana, tecrübelerimi gözden geçirme, onları sınıflandırma ve sonuç olarak daha analitik bir çözümleme yapma fırsatı verdi bana. Ama gerçekte, çalıştaya katılan kurumlarla sınırlı olsa bile, eğitim ve gelişim yöneticileri hakkındaki algım çok olumlu, buna çok sevindim.
- Masamda bulunan ve eğitim ve gelişim konusunda profesyonel olarak uzun süredir çalışan katılımcıların, aslında, aynı birimleri kendi kurumlarında kurmak isteyen ya da halihazırda bu birimlerde çalışıp da, önden gidenlerin birikimlerinden yararlanmak isteyen, dolayısıyla temelde, iyi kurumun, iyi çalışan ve iyi süreçlerden geçtiğininin bilincinde olup, bunun da öncelikle, ancak eğitimle gerçekleşeceğinin farkında olan kişiler ve kurumlar için bulunmaz bir bilgi ve tecrübe kaynağı olduğunu farkettim. Fakat üzücü olan o ki, İstanbul’un aşırı yoğun iş ve hayat temposu, bu gibi bilgi ve tecrübe kaynağı insanlara, günük iş ve aile meşgalelerinden sıyrılıp, onlara düşünüp yazabilecekleri bir ortam sağlamıyor. Bu gibi girişimler ya çok özel gayretlerle ortaya çıkıyor ki TEGEP bu gayretlere ortak olmayı istiyor, ya da akademisyenlerden geliyor. Akademisyenlerden gelenler gelemye devam etmeli ama pratik dünyada senlerce bu işi yöneten insanların, pratiklik adına, yerel çözümler üretme adına söyleyecekleri çok şey var diye düşünüyorum. (İngilizce yayınlar dünyasında, konusunda İngilizce’de “bible” olarak nitelenen, elimizden düşmeyecek nitelikte pek çok kitap, hem akademiye hem de pratik dünyaya seslenebilecek şekilde, tamamen sektörün pratisyenleri tarafından yazılmıştır. Bu kişilerin ülkemizdekilerden temel farkı, kanımca, kendilerine, uğraştıkları alan üzerinde sistemli ve soyut düşünebilecek, fikirlerini organize edebilecek zaman ve imkan ayırabiliyor olmalarıdır.) Bu noktada eğer TEGEP, vizyonunda ifade ettiği gibi, bu birikimleri organize edip, basılı yayınlar ve farklı organizasyonlarla, toplumumuzun değişik karmanlarına yayabilirse, müthiş bir iş başarmış olur.
- Çalıştayda edindiğim en çarpıcı tecrübelerden birisi de, biz teknik insanların, çalıştaya katılanlar tarafından nasıl algılandığıyla ilgili oldu. Durum aslında, Friends gibi dizilerde geçebilecek, “ok, we’re different kind of animals” şeklinde bir cümleyle açıklanabilecek cinsten, aşağısı kurtarmıyor. (Ben de bu sürüdenim, dolayısıyla, karşıdaki kişilerin beni ve bizleri nasıl algıladıklarını daima merak etmişimdir.) Eğitim ve gelişim çalışanları yetkin ve işlerini biliyorlar, süreçlerini detaylıca tarif edebiliyorlar, sıkıntılı noktaların tamamen farkındalar, indirgemeci yaklaşımlardan uzaklar vs. Teknik insanlar, özellikle BT çalışanları da yetkin insanlar, bu ülkenin en iyi eğitim almış gruplarından birisini oluşturuyorlar. Ama açık ki, arada, temelde dilden kaynaklanan bir uçurum var. Dolayısıyla, iletişimin en temel “anlama/anlaşılma” konusu yerine gelmiyor ve birbirini anlamayan ama bir o kadar da birbirine ihtiyaç duyan iki grup, birbirlerini anlamadıkça, birbirleri hakkında mitler üretiyorlar. Bence iki taraf da ama özellikle eğitim ve gelişim yöneticileri, daha verimli BT eğitimleri düzenleyebilmek için, araya iki tarafın da dilini bilen “çevirmenler” koyarak işe başlamalı.
Şimdi sıra zirvede. Zirvenin ayrıntılı içeriğine buradan ulaşabilirsiniz.
Toplam görüntülenme sayısı: 794