Programlama Dillerinin Gelişimi – III
Nesne-Merkezli Diller
1965’te çıkan SIMULA I ile 1967’de çıkan SIMULA67, ilk nesne-merkezli dillerdir. Oslo’daki Norveç Bilgisayar Merkezi’nde (Norwegian Computing Center) Kristen Nygaard ve Ole-Johan Dahl tarafından geliştirilen bu diller, modern nesne yapılarını ihtiva etmekteydiler.
Simula (Simulation Language) dilleri, adından da anlaşılacağı gibi daha çok fiziksel sistemlerin simulasyonlarını başarıyla gerçekleştirebilmek amacıyla geliştirilmişlerdir. Bu dilleri geliştirenler, bilgisayarlı simulasyon projeleri için kullanmak üzere, var olan dillerin yerine, işlerinde ortaya çıkan modelleri karşılayacak şekilde tasarlanmış yeni bir dile ihtiyaçlarının olduğunu düşündüler. Ve bu amaçla Algol dillerini temel alarak Simula dillerini geliştirdiler. Algol dilleri, ilk versiyonu 1950’li yıllarda geliştirilen Algol58 ve 60’larda daha yapısal hale getirilen Algol60 ve Algol68’den oluşmaktadır. Bu dillerin ortaya çıkardığı pek çok yapı, modern yordamsal dillerde devamlı olarak kullanılmıştır. Özellikle Algol68’de uygulanan, fonksiyonlar için, isimle-geçme (pass-by-name) ya da değerle-geçme (pass-by-value) gibi farklı parametre geçme yöntemleri, bloklu yapılar (block-structured) ve dolayısıyla da etkinlik alanı (scope) kavramı, kendini çağırabilen (recursive) fonksiyonlar gibi pek çok yapı, daha sonra geliştirilen, yordamsal olsun olmasın, pek çok dilin en temel özelliklerini oluşturmuştur.
Simula dillerinden önce Simula I, ayrık olay simulasyonu (discrete-event simulation) için geliştirilmiş, daha sonra da daha yetenekli hali olan Simula67 ortaya çıkmıştır. Simula67, sınıf (class), nesne (object), alt sınıf (subclass), sanal metot (virtual method), eş-rutin (coroutine) ve çöp toplama (garbage collection) gibi yapılara sahipti. Bu dili geliştirenler, önce üzerinde çalıştıkları bir projede gemileri, birden fazla özelliği bir araya getirerek ifade etme ihtiyacı ile karşılaştılar. Daha sonra da farklı tipte gemilerin ortak ve farklılaşan taraflarını ifade etme ihtiyacı önlerine çıktı. Onlar da farklı gemi türlerini kavramsal olarak farklı sınıflarda ifade edip, gerçek olan gemileri ise bu sınıfların birer örneği (instance) ya da nesnesi olarak oluşturdular.
Sınıf ve nesne kavramının, böyle bir fiziksel olguyu matematiksel olarak betimlemek ihtiyacı için çıkmış olması hiçbir şekidle tesadüfi değildir. Aksine bu gelişme, laboratuvarlardan dışarı çıkan ve gündelik hayatın farklı yönlerini modellemek durumunda olan bir dilin nasıl bir ihtiyaç içinde olacağını göstermesi açısından çok manidardır. Bu durumu belki biraz daha iddalı olarak şöyle açıklayabiliriz: Programlama dilleri zaten soyut yapılardır ve ilk yıllarından itibaren, üzerinde çalışılan makinanın donanımıdaki karmaşıklıkları geride bırakıp, bize, bu yapıları daha kolay kullanabilmemizi sağlayan, daha soyut komutlarla yüksek seviyeli program geliştirme imkanı vermişlerdir. Fakat temelde yaptıkları, makinayı yani donanımı modellemektir. Nesne ise, gerçek hayatın, içinde yaşadığımız dünyanın bir kavramıdır. Dolayısıyla nesne-merkezli dillerin en temel özelliği makinayı değil, problem alanını modellemeleridir. Dolayısıyla nesneler ile, ihtiyaçların, zorlamalar olmadan, aslına uygun bir şekilde ifade edilmesi mümkün hale gelmiştir. Yordamsal diller, gerçekliği makina seviyesinin hemen üzerindeki soyutlamalarla ifade etme gücü vermişti bize ve bu ciddi bir ilerlemeydi. Fakat en temel problemi, halen makina odaklı düşünmemize sebep olması ve dolayısıyla da bizi, problemleri algoritmik olarak, ardışıl matematiksel yapılarla ifade etmek zorunda bırakmasıydı. Fakat nesne-merkezli diller bizi, makina yerine gerçek probleme odaklar; çözmeye çalıştığımız problemi, nesne kavramı etrafında modellemeye iter. Yazılım geliştirmeyi, problem alanından çözüm alanına bir dönüşüm (transformation) olarak görürsek, önemli olan şeyin, problem alanının doğru bir şekilde yakalanması ve ifade edilmesi olduğunu anlarız. Programlama dilinde modellenen gerçekliğin makina yapılarına dönüştürülmesi ise arka planda, derleyici ve yorumlayıcıların görevi olmalıdır. Böyle bir ortamda yazılımcılar, gerçekliği ifade etmek için çok daha tabii ve sağlıklı bir mekanizmaya sahip olurlar.
Simula dilleri her ne kadar pratik olarak çok geniş bir kullanım alanı bulmamış olsalar da, özellikle Simula67, gerek Smalltalk gerek ise C++ gibi iki ana nesne-merkezli dilin gelişmesine öncülük etmiştir.
Smalltalk, 70’li yılların başlarında, Alan Kay önderliğindeki bir grup tarafından Xerox’un Palo Alto Araştırma Merkezi’nde geliştirilmiştir. Aslında Smalltalk bir dil ailesinin ismidir ve özellikle de 80’li yıllarda bu isim altında çeşitli Smalltalk dilleri geliştirilmiştir. Fakat buna rağmen, genelde Smalltalk denince akla Smalltalk-80 gelir.
Smalltalk, “Herşey bir nesnedir” (Everything is an object) paradigması üzerine bina edilmiştir. Smalltalk’da, Simula’nın bulduğu nesne soyutlaması olan sınıf bile bir nesnedir. Nesneler arası haberleşme ise, nesnelerin birbirlerine mesaj göndermeleriyle gerçekleşir.
Smalltalk sadece bir diğer dil olarak ortaya çıkmadı; Smalltalk, yoğun grafik kullanıcı arayüzlerine (GUI, Graphical User Interface) sahip ilk geliştirme ortamı sunan dildi. GUI, masaüstü kavramı ve fareyi (mouse) dünyamıza katan Xerox Palo Alto Araştırma Merkezi’ndeki ilk GUI sistemi, Alan Kay ve bir grup araştırmacı tarafından geliştirilmiştir. (GUI teknolojisini Xerox’tan alıp geliştiren Steve Jobs, 1984 yılında piyasaya çıkardığı Macintosh ile bir GUI kullanan ilk ticari sistemi kullanıma açmış oldu.)
Nesne-merkezli dillerin nesnesi en temelde bir soyut veri yapısıdır. Yani nesne, davranışları ve o davranışların kullanacağı ortak veri yapılarını sınıf (class) denilen bir yapıda bohçalar ya da sarmalar (encapsulation) öyleki iç yapılarını saklayarak (information hiding), arayüzündeki metodlar (interface) yoluyla dışarıya hizmet verir. İç yapısını dışarıdan saklamak amacıyla nesne-merkezli dillerde erişim kontrolü sağlayan yapılar (access modifiers) bulunur. Nesnenin iç yapısını saklayıp, diğer nesnelerle ilişkilerini arayüzü yani hizmet vermeyi vadettiği metotlar üzerinden kurması, nesne ile diğer nesneler arasındaki bağımlılığı (dependency ya da coupling) daha aza indirir.
Bütün bunlardan sonra nesne-merkezli dillerin en temel iki özelliğini, gerçekliği olabildiğince aslına uygun olarak resmetmek ve yazılımların rahatça değişebilmelerini sağlamak olarak özetleyebiliriz.
Tarihi olarak nesne-merkezli yaklaşımın ana programlama paradigması olması, ilk nesne-merkezli diller olan Simula ve Smalltalk’ın zamanından çok sonra, Java ile gerçekleşmiştir. Aslında nesnelerle alakalı pek çok yapı 80’li yıllarda teorik anlamda geliştirilmişti. Bu teorik altyapının mekanizmalarını, en yaygın sistem dili olan C’yi nesne-merkezli özelliklerle genişleten bir dil olan C++ programcıların kullanımına sunmasına rağmen nesne-merkezli yaklaşımın yaygınlaşabilmesi için 2000’li yılları beklemek zorunda kalmamızın pek çok sebebi vardır. Ama sanırım en öenmli sebep, alışkanlıkları kırmanın zorluğu gibi .
İlk başlarda sistem programlama amacıyla geliştirilen C dili kısa sürede çok farklı uygulamaların ortak dili haline geldi. Temel olarak Algol68 gibi yapısal bir dil ile CPL gibi sistem dili üzerine bina edilen C, ilk defa 1972 yılında Bell Laboratovarları’nda Dennis Ritchie tarafından geliştirildi. Yaygın olarak kullanılan Unix versiyonlarında C dilinin bir derleyicisinin olması, C’nin yaygınlaşmasını sağladı. Sonrasında 1980’lerin başında Bjarne Stroustrup tarafından, C’ye nesne-merkezli özelliklerin katılmasıyla C++ geliştirildi ve “a better C” ya da “C with classes” gibi tabirlerle ifade edildi. 80’li yılların ikinci yarısı C++’ın hızlıca gelişmesine şahitlik yaptı. C++, pek çok derleyicisiyle yaygınlık kazanmasına rağmen, çok aşağı seviyeli bellek işlemleri yanında dinamik metotlar gibi nesne yapılarına sahip olmasının getirdiği aşırı hibrid ve karmaşık yapısından dolayı hiçbir zaman nesne-merkezli yaklaşımı ana programlama pradigması yapamadı.
Hibrid de olsa nesne-merkezli yapıların daha fazla konuşulur hale geldiği ortamda Eiffel ya da Python gibi çok yaygınlık kazanamayan farklı nesne-merkezli diller piyasaya çıktı. Ama şüphe yok ki, bu girişimlerin en başarılısı, 1995 yılında resmen piyasaya sunulan ve BT teknolojileri içinde şu ana kadar en hızlı kabule mazhar olan Java’dır. Web teknolojilerinin ortaya çıkmasına paralel ve bu yapıları destekleyerek sunulan Java, nesne-merkezli programlama yaklaşımı, BT dünyasına benimsetti; Java dili, nesne-merkezli uygulama, nesne-merkezli kurumsal mimari, tasarım deseni, bileşen ve cerçeve gibi kavramları yazılım geliştirmenin ana unsurları haline getirdi ve bu bağlamda pek çok yeni yaklaşımın da ortaya çıkmasını sağladı.
Alışkanlıkları kırmak kolay değildir. Yoğun olarak yordamsal düşünmeyle yoğrulmuş yazılım geliştirme pratiğimizin kısa sürede nesne-merkezli olması mümkün değildir. Her şeyden önce böyle bir geçişin olabilmesi için bu iki yaklaşım arasındaki farkların, artı ve eksilerinin bilinmesi ve değerlendirilmesi gereklidir. Java ve sonrasında Microsoft’un çıkardığı C# dili ve .NET çerçevesi ile geliştirilen uygulmaların ne kadarının nesne-merkezli ne kadarının hala yordamsal olarak yazıldığı araştırılması gereken bir nokta olmakla beraber bu dillerin sunduğu nesne yapılarını başarıyla kullanan BT organizasyonlarının yazılımlarını daha rahat yönettiklerine sık sık şahit olmaktayız.
Toplam görüntülenme sayısı: 1062